“İbram Abi bu hiç bitmeyecek mi? Ben buraya her şeye yeniden başlamak için geldim. İnsanlarla kavga etmekten bıktım artık. Kuşla, balıkla yaşamak istiyorum.”
Senelerdir birileri bana durmadan “Deli İbram Divanı”nı oku diyip duruyor, neden bunca bekledim bilmiyorum. Vardır bir hikmeti herhalde. Sonunda yolumuz kesişti ve hem kalbimi, hem ciğerimi teslim ettim Ahmet Büke’nin kelimelerine.
50’lerin İzmir’indeyiz, bugün Uzun Ada diye bilinen Köstence’de geçiyor öykü. Bu minik kasaba üzerinden bir iktidar, kapitalizm, hırs, talan, açgözlülük, adaletsizlik öyküsü anlatıyor Büke. İçinden geçtiğimiz günlerde okumak ayrıca acayip oldu, küçük Köstence oldu benim zihnimde kocaman bir İstanbul – isimler, partiler, araçlar değişiyor da insanın gaddarlığı aynı öyküyü başka zamanlarda yeniden ve yeniden yazmaya devam ediyor işte.
Ada halkınca avlanmasının günah olduğu düşünülen yunusları avlamanın ne kadar kârlı olacağını fark eden bir taşra müteşebbisi tüm devleti harekete geçiriyor; valisinden savcısına, imamından polisine herkesi seferber ediyor, adalıları o yunusları avlamaya ikna ediyor. Adanın delisi İbram da işte bu dönemi anlatıyor.
Ama ne anlatmak. Ben kitaplarda başka diyarlara gitmeyi seven biri olarak daha çok çeviri metin okuyan biriyim malum – ama insanın kendi dilinde, o dilin tüm imkanları kullanılarak yazılmış, aynı lezzette çevirilmesi imkansız bir metni okurken aldığı haz da bambaşka şüphesiz, Deli İbram Divanı’nı okurken bunları düşündüm tekrar ve tekrar. Doğayla iç içe yaşayan insanların bilgeliğini Ege ağzıyla öyle bir anlatmış ki Ahmet Büke, bazı bölümleri içmek istedim resmen.
Hele ki o avın anlatıldığı bölümler… Evet bir insan hikayesi anlatıyor Büke; Osman’ı, Leyla’yı, Yusuf’u, Balıkçı’yı, Asım’ı, Aynur’u anlatıyor ama benim için bu romanın baş kahramanı o isimsiz ve kadersiz yunuslar olacak her zaman. Yunuslara dair yazdığı bölümler beni mahvetti, korkudan büyümüş gözlerini gördüm, inlemelerini işittim resmen.
İnsan ne kötü, ne vahşi. “Vahşet”i uygarlaşmamış, yabani bir şiddet biçimi gibi tanımlıyoruz oysaki insan uygarlaştıkça vahşileşiyor, okurken sürekli bunu düşündüm.
İşte böyle. Çok, çok çarpıldım.