Shakespeare külliyatına devam ediyorum ve yolum bu ÇOK ama ÇOK TUHAF esere vardı. Yani gerçekten, kendisinin en garip oyunu denilmesi boşa değilmiş. Bu kitabın başlarını Shakespeare’in yazmadığı, kitabın ortasından sonra devraldığı iddiaları var, hiçbir dayanağım yok ama bence yüzde yüz doğru! Zira asla bir Shakespeare metni gibi başlamıyor, öyle çiğ, öyle ham ki metin, sonra apansız bir şey oluyor ve bambaşka bir zenginliğe ve akışkanlığa erişiyor. İnsan resmen Shakespeare’in “of ver tamam ben yazarım ya” dediği satırı bile tespit edebiliyor, öyle bir değişmek. Neyse.
Çevirmen Hamdi Koç önsözde oyunu “Shakespeare’in en ‘tatlı’ oyunu” olarak nitelemiş, katılıyorum; benim okuduklarım arasında da en tatlısıydı. Epeyce karanlık, tekinsiz bir yerden, bir ensest hikayesiyle başlayan metin, pek de alışık olmadığımız biçimde “iyiler hep kazanır” gibi bir sona bağlanıyor ve bir Yeşilçam filmi tadında bitiyor. Metnin bana bu kadar iyi geleceğini tahmin etmemiştim.
Kitabın ana ekseni baba-kız ilişkisi diyebiliriz çünkü üç ayrı baba-kız ilişkisi anlatılıyor. Biri korkunç, biri hiç yaşanmamış, biri ise çok tatlı. Pentapolis kralı Simonides ile kızı Thaisa’nın ilişkisi nefisti, Simonides özellikle şahane bir karakter; iyi kalpli, neşeli, şefkatli, açık fikirli, zeki. Metnin azıcık bir kısmında geçse de (ki üstelik Shakespeare’in yazmamış olması muhtemel kısımlar onlar) bende çok yer etti kendisi, böyle eski bir metinde böyle yazılmış bir erkek karakter görmek epey hoşuma gitti.
Ezcümle, normal koşullarda, yani külliyat tamamlama derdim olmasa yolumun kesişmeyeceği bu metinle karşılaşmış olmaktan ötürü mutluyum. Hafif ama basit olmayan bir metin bence, evet alışık olduğumuz Shakespeare kudretinden uzak ama ayrıksı ve güzel yine de. Özellikel koro niyetine olan Gower şarkıları/şiirleri pek lezizdi.