Ay ya, sana sarılmak istiyorum Christopher Boone, ne kadar tatlısın, canım benim. 15 yaşındaki Christopher Boone’un hayatına davet ediyor bizi Mark Haddon Süper İyi Günler’de. Boone son derece sıradışı bir çocuk, “özel” kategorisinde nitelediklerimizden biri – olağanüstü bir analitik zeka ancak bu zekadan kaynaklı türlü sosyal sorunları var. Çok iyi kalpli, son derece de saf. Her ne kadar yazar adını böyle koymasa da, Christopher’ın otizmli bir çocuk olduğunu anlıyoruz okudukça. Yaşadığı kasabadan bir kere Fransa’ya tatile gitmek dışında hiç çıkmamış (bundan da nefret etmiş) ama astronot olmak istiyor, dünya üzerindeki bütün ülkeleri ve onların başkentlerini sayabiliyor bir de 7507’ye kadar bütün asal sayıları…
Günlerden bir gün komşularının köpeği Wellington bir tırmıkla öldürülmüş halde bulunuyor ve Christopher bu işi çözmeye karar verip dedektifliğe girişiyor. Yürüttüğü “soruşturmayı” da yazmayı ihmal etmiyor, işte okuduğumuz kitap onun yazdıkları. Mark Haddon böyle bir çocuğa ses vermeyi o kadar iyi becermiş ki, insan hayran oluyor. Muazzam bir empati yeteneği var yazarın besbelli, yazdıklarıyla size de bulaştırıyor üstelik, Christopher’la müthiş bir duygudaşlık kuruyor insan okurken.
Çocuğun ağzından yazıldığı için son derece naif ve nahif, bir o kadar da komik bir metin bu. (Christopher “Bu komik bir kitap olmayacak. Espri yapmayı bilmiyorum çünkü onları anlamıyorum” dese de siz inanmayın.) Dünyayı kitaplardan ve belgesellerden öğrenen bir çocuğun bir şeyleri anlama çabası, metaforları anlayamayan beyninin şahane doğrudanlığıyla olayları ve diyalogları yorumlama gayreti, kol kola yürüyen cesareti ve korkaklığı – hepsi muhteşem yazılmış. Sadece komik değil üstelik, çok da hassas, incelikli bir öykü. Dünyayı bizden çok daha farklı algılayan bir zihinden öğrenebileceğimiz ne çok şey olduğunu düşündürdü bana, sanırım bunların başında da vicdan geliyor; Christopher’ın tüm davranışlarının belirleyicisi vicdan gibi hissettim okurken.
Ve yalnızca Christopher değil, anne ve babası da çok iyi yazılmış karakterlerdi. Ezcümle, çok sevdim. Kolay, hafif ama içi dopdolu bir okumaydı benim için.